15 Kasım 2010 Pazartesi

mock caterpillar

canım..
canım..
canım..

bana yeniden entry'ler girdiren kadın..

kendisi her ne kadar yarışmaya katılacağını bana haber vermese de gördüğüm an tanıdım. dedim ki bu "o". o müstesna insan.. dedim..

pek tabii, her zaman öykündüğüm o entellektüelite çıtasını "bişiy.. bişiy.. bişiy.."den 1 milyon canlı para'ya yükseltmiş olması, şahsen benim de artık daha fazla çalışmamı, ve bireysel gelişimim konusunda çoook ama çoook emek sarfetmemi dürtüleyen bir hal aldı.

entry'me son vermeden önce kendisine teşekkürü borç bilirim. öyle ki, görmediğim, konuşmadığım, tanışmadığım halde sadece yazdıklarıyla bir insanı dünyanın en itici, en antipatik şahıslarından biri addetme konusunda hakkımı teslim etmiştir. beni kendi kendime yalancı, hüsn-ü kuruntu sahibi, efendime söyliim benden sonrası tufancı, "adam sen de"ci çıkarmamıştır.

yancısının sempati boyutunda yeni çukurlar kazma eyleminde kendisine rakip olacak derecedeki başarısı ve her ikisinin de altı doldurulamayan özgüven konusunda ibretlik örnekler oluşturmaları, insanın kendine olan inancını ve çevreye yönelik gözlemleri konusundaki isabet oranını arttırdığı için ayrıca sevindirici.

şunu da belirtmeden geçemeyeceğim ki; her ne kadar öyle kendisi ve onu tıpkı sözlükteki cancişleri gibi telepatik yollarla duyumsayan yancısı gibi enerji boyutunda teati edemesem de "güç"e olan bağlılığımla belki bir nebze olsun etkili olabilmişimdir, en azından ayaklarının zemine basması konusunda bir force gönderdiğimi söyleyebilirim. acı bir tecrübeyle de olsa yararını gördüler sanırım.

güç sizinle olsun. öylesine alçakgönüllü, öylesine meditasyon yapar gibi. öylesine 4 yaşında bir padawan'da olduğu gibi.


(ekşi sözlük'teki entry'mden)

24 Eylül 2010 Cuma

reading zindanı balladı

herkesin sevdiği
yanı, olsa da başka başka,
benim favori pasajım;
belki de
pek popüler olmayan ama,
kanımca en vurucu olan kısmı
balladın:

.....
zindan duvarlarıydı ikimizi kuşatan,
biz iki mutsuz, yalnız:
dünya ikimizi de öte atmış koynundan,
tanrı silmiş, tanrısız:
günahları kollayan bir demir kapan
ortasında kıskıvrak kıstırılıp kalmışız.



(ekşi sözlük'teki entry'mden)

12 Nisan 2010 Pazartesi

aziz kedi

açıkçası, sözlükten çıkan adamın sözlükten çıksa bile içinden sözlüğü çıkaramadığını ispatlar gibi bir yazı kaleme almış.

demem o ki; daha önceki bölümlerde (“previously on sözlük” olayı) başka arkadaşlar bu konuda söylemek istediklerini dile getirmişler zira. ben de birkaç küçük ekleme yapayım naçizane.

malum sözlük formatının bir matematiği var. entry girme, entry’ye yanıt verme, ayar alma ayar verme (hep karşılıklıdır bunlar, ahahahaha), mevcut başlıkla forum yapma, yeni başlık açarak foruma yeni heyecan getirme, forumu muhatabın rumuzuna taşıma (hatta buna da “muarızın..” demeyi seviyor sözlük elitistleri [burada yazar zenci’ye yakınsıyor, ne şeref, ahahaha]) vs. vs..

bu böyük köşe yazarı da yazısında sözlük matematiğini kullanmadan edememiş. nasıl mı? gitmiş üzerine yazı yazılacak bir konu bulmuş; yazı yazılacak derken, öyle özgün bir fikir değil, başkasının yaptığı bir şey. herhangi bir şey olabilir. uyduruk da olabilir, nitelikli de, önemli değil. yeter ki eleştirilecek, öyle sarkastik sarkastik, çok bir şey bilmeden de yorum yapılabilecek bir malzeme olsun yeter.

yoksa sabah çok güzel bir güne uyandığında gördüğü ilk tablo karşısında insanın içine işleyen bir deneme yazan ya da bok gibi bir güne uyandığında kaotik bir tablo resmeden, hiç olmadı boğazda yürürken yaşadığı gri bir istanbul sabahını değil bir fotoğrafçı gibi, bir nakış öğrencisinin kasnağına çizdiği motifler gibi olsa bile resmedebilenler var da biz de onları görmezden geliyorsak, onlar buradayım desin, biz de okuyalım. hani sözcüklerin hep dediği gibi, “o hep yazsın, biz hep okuyalım”. (ahahahaha)

velhasıl, konuyu almış, sonra gitmiş konunun hangi kısmıyla dalga geçeceğini seçmiş kendisine. “buradan vurursam, tribün bağırır, “spartaküs, spartaküs” deyu deyu, belki sonunda lucy gibi bir yavru da bana düşer ha” demiş, seçmiş argümanı (nam-ı diğer zaviye ama o “tekke ve zaviye” kalıbındakinden farklı, neyse). sonra n’apmış? dalga geçilecek, üzerine gidilecek konuyla ilgili aslında boş konuşulmadığını, bilgi sahibi olunduğu için fikir sahibi de olunduğunu göstermek icab ettüğünden, konuyla ilgili bir direkt* (sheridan olayı) bir de endirekt* (kieslowski mi ne!?) iki detay bulup yazının aslında buram buram koktuğu o lümpen atmosferinin için serpiştirmiş. olmuş mu sana “aslında ben tüm katmanları yaşayıp sindirdiğim için bulunduğu yeri hazmedebilen, dolayısıyla onu yaşama ve diğerlerini değerlendirebilme olgunluğuna sahibim” alt metni. (bu lafa da bayılıyorum, yani siz gerizekalılar anlamazsınız, ben alttan alttan size veriyorum enjeksiyonu demek herhalde, bir nevi siz bilinçsizken ben altına girdim o bilincin tavrı, çok süper bir elitist davranış daha).

ve dahası ilgimi çeken bir nokta da metin şentürk’e açık mektup kısmında geçen bir ibare oldu, evlere şenlik ama “yazar”ın neyi kompleksinde olduğunu gözler önüne seriyor. şöyle buyurmuş üstad: “metin abi.... ....kurbanın olayım, bak ben profesyonel yazarım, bir telefon et.... ....sana yeni şakalar yazayım”.

işte bu kısmı okuduğumda dedim ki kendi kendime “oğlum sen de kendini bir bok sanıyorsun, alt tarafı bir sözlük yazarıymışsın ama bak adam ‘profesyonel yazar’, vay be”..

tavuk mu? civciv mi? yoksa kabuk mu? ben bilemedim. siz bilirseniz, bir ses edin hele.

bir de unutmadan, yazıyı sözlükte verilen linkten okuduğumdan, internette yazılan bir yazının sonuçta sanal bir hava yayması doğaldır, bir de bunu gazeteden okumalı diye düşünüp, içeri geçip milliyet cadde’yi aldım, bir de oradan bakayım diye. orada da “yazar”ın künyesi varmış meğerse; boy kilo, bilumum fizik ölçüleri falan.

yahu düşünmeden edemedim, aziz üstad, benim boyum senden kısa, kilom da senden az ama pazu çevrem seninkinden fazla ki öyle geniş bir görünümüm de yok. acaba diyorum bendeki kilo belli bir bölgeye toplanmamış, ondan mı?

sevgilerimle. everysin.. her neyse..



(ekşi sözlük'teki entry'mden)

28 Mart 2010 Pazar

author vs stevemcqueen

[şu ana kadar nasıl açılmamış, nasıl bahsi geçmemiş bir kıyaslama ki beni hayretlerden hayretlere sürüklemiştir canlar]

[şimdi var böle bişiy]

cancişlerin gücü adına, söz bende artık. şu köşeli parantez içinde de istediklerimi yazdım, girizgahımı yaptım, "bişiy" ilen tanım koydum ya ortaya artık uçursalar da beni gam yemem. o derece mes'ud ve bahtiyarım.

velhasıl konuya gelirsek; anılan kıyaslama, karşılaştırma veyahut da sözlükçülerin sevdiği tabirle "selebriti det meç" için söylenebilecek yegane şey "kalite yerlerde sürünüyor" olacaktır benim açımdan.

karşılıklı yazdıkları tweet'ler olsun, birinin entry'leri, diğerinin blog yazıları olsun okuduğumda biri 35 diğeri 38 yaşında iki insandan bu sözcükler mi çıkıyor, bu ifadelerle mi polemiğe giriyorlar, bu dağarcıkla mı atışıyorlar diye kendime sorup sorup duruyorum.

dahası tevfik fikret ve mehmet akif ersoy gibi ediplerin atıştığı bir ülkede biri ağzından "gergedan yarrağı" lafını, diğeri "amcık ağızlı" küfrünü düşürmeyen iki insan "ben yazarım, sen yazar değilsin" tartışması yapıyorlar ya, gerçekten de çok komik.

yazar olmak bu denli ucuzlamış ya, o da trajikomik. işin ilginci bu iki isim öyle sözlük yazarlığı iddiasında falan da değiller. kendilerini gayet ciddi ciddi edebiyat adamı olarak görmeye başlamışlar.

hadi ben uzaydan geldim diyelim, öyle çok çok uzak bir galaksiden. o yüzden bana yabancı bazı kavramlar diyelim. herkese de mi yabancı? arthur rimbaud 20 yaşından önce kendisini rimbaud yapan şiirleri yazmış bir şairken, paul auster gibi bir adam 10'lu yaşlarında çeviri yapmaya başlamış ancak 40 yaşından önce roman yazmaya girişmemişken, daha doğru dürüst kitap okumamış, hayatı monitörün karşısında tweet'lemek olan adamlar "sen yazar değilsin, ben yazarım" şeklindeki nitelikli (!) argümanlarıyla atışıyorlar.

bravo size, çok doğru yoldasınız. türk edebiyatı sizinle gurur duyacaktır, emin olun.



(ekşi sözlük'teki entry'mden)

21 Şubat 2010 Pazar

ekşi sözlük onbir yaşında zirvesi

şu an şu satırları bir bayram sabahı, bir beleş akide şekeri kazanımı sonrası, bir pek çok beleş şeyi aynı anda kazanmanın verdiği neş’eyle, bir bedavacının** lunaparka, atari salonuna ya da birahaneye koşma azmini duyma şevkiyle yazıyorum dostlar. hatam ya da atladığım olursa affola..

bunu söyleyeceğim aklımın ucundan geçmezdi lakin oradaydım.

öncelikle ben de pek çok kişi gibi tamamen bilimsel amaçlı, sosyolojik derinliğimizi arttırmak ve toplumbilim literatürümüze, hatta hatta türk antropolojisine yılansı fare çocuklar gerçekliğini tescil ettirmek amaçlı bilumum deneyler yapmak ve gözlemlerde bulunmak için oradaydım. yoksa ücretsiz servisle gidilip dönülecek beleş duman konseri için değil tabii..

öncelikle şunu söylemeliyim, tabii ki kendi adımla gitmedim. her ne kadar bilinen biri olmasam da olur adamına rastlarız da dayak atmak isteyenler çıkar diye tırstım açıkçası. gizlenmeliydim ve tebdil-i kıyafet içindeydim ve bir yazarın +1 sap kontenjanını kullandım.

gelelim çoğunlukla sosyal, kısmen entelektüel ama en çok da fiziksel gözlemlerimize. girişteki arkadaşlar çok nazikti, sağolsunlar. yaka kartı veren hanım kızlarımız da öyle. bizim yazar uzun bir süre nick’ini söylemeye utandı, kartını aldı ama pek çok kişi gibi o da takmadı tabii.

velhasıl ilk girdiğimizde ortamı bir kolaçan edelim dedik, bir envanter çıkaralım. termal algılayıcılı gözlerimiz keratin yoğun, tekstil seyrek canlılara doğru yönelmemizi sağladı. öngördüğümüz üzere oran oldukça düşüktü. arkadaş pareto analizi bile yaptı. “buradan %20 kız düşürme olasılığı ortamdaki sapların %80’inin sarhoş olmasına bağlı”.. e biz dahil ortamın %90’ının da sap olduğu düşünülürse olasılık oldukça düşüktü. ama biz ne yaptık, zoru sevdiğimiz için ayık olan %20 sapın ayartma ihtimali olan kızlardan düşmeyecek %80’inin peşinden gitme hayaliyle yola çıktık. güce inandık, güce sığındık. lakin şartlar çetin, atmosfer sıcak. elif kağnısını yediyor kara geceden geceden.

işte o anda kozmik odada tam önümüzde o’nu gördük. inceden inceden fısıldıyordu gaibe:

“bulmacanın sonuna geldiğinde tek bir soru çıkmaz karşına; tüm sorular aynı anda sarar etrafını” dedi, başını iki yana sallayarak gülerken müstehzi..

ondan sonra ayrı bir şevkle gözlemledik etrafı.

sözlükçüyü gördük. kozmik odada ayakta salınım yapan ortam yabancısı tipleri, kız arkadaşlarının yanında am biti gibi davranan yapışıkları, ağızlarıyla değil götleriyle içen acemileri, yerlerde bira şişeleri kıran medeniyet düşmanlarını gördük.

sözlükçüyü gördük. burnu kaf dağında ayakları havada ne oldum budalalarını, yeni hatunları görüp kıskanan sözlük eliti eski hatunları, onların yalakası gedikli elemanları gördük.

sözlükçüyü gördük. yerdeki tabağa pasta koyup yeme azmindeki genci, tek başına sigara tüttürüp içkisini içen biçareyi, kozmik odaya alınmayan eski yazarı, reklamcıyım diye dolanan bihaberi gördük.

sözlükçüyü gördük. sosyalleşme umuduyla gözleri parlayan nice civanlar, endamını gözlerininin önüne, sözlerini gözlerinin ardına gizleyen nice cins-i latifler gördük.

ve biz tüm bunları böylece gördük,

ve sanal alemlerde namı yürüyen

sözlükçüleri

ve ekşisözlük'ü

aynen görüp işittiğimiz gibi zirvelerimizin birinci entry'sine koyduk.


(ekşi sözlük'teki entry'mden)

24 Ocak 2010 Pazar

stevemcqueen

son zamanlarda görüyoruz; birileri geliyor, birileri gidiyor, böyle her daim yoğun bir sirkülasyon. hani ik’cı* hanımkızlarımızın tabiriyle yüksek bir “turnover” mevcut. darıldığı için gidenler mi dersin, saçmaladığı için uçanlar mı, nostalji olsun ya da hit alsın diye geri getirilenler mi, çok dik olduğu için ayağı kaydırılanlar mı? hepsi bunun bir parçası. tıpkı steve kardeş gibi.

kim niye gitti, kim neden döndü, ilgilenmiyorum, zira sebebi ya da sonucuna etki etmediğim şeyden bana ne. bir ortam var ve orada bulunanları görüyoruz biz, anca onlarla ilgili konuşabilirim.

steve kardeş de son gelenlerden, zaten daha önce de gidenlerdendi. bence şanslı da bir anlamda, gidilen yerlerden dönmeler pek zordur malum, onunki çok zorlu olmamıştır umarım.

ilk döndüğü günü hatırlıyorum, o gün hakkında yazılanları okuduğumda haksızlık ediyorlar sanki diye düşünmüştüm. kendisiyle ilgili “tükürdüğünü yaladı” anlamında bir şeyler yazmışlardı ki o da kısa bir süre sonra bir şekilde öyle olmadığını kanıtlamıştı. helal olsun demiştim, sağlam bir duruşa benziyor diye düşünmüştüm.

sonraki günler de takip ettim yazdıklarını, nelere kimlere yazdığını. ilk önce entry’lerini bir hayli azalttı, sonra herhalde sağlam olduklarını düşündüklerini bıraktı ve yenilerini yazmaya koyuldu, hatta meydan okur tarzda entry’ler de yazdı, nabzı iyi yakaladığını fark ettirdi.**

bol şukular aldı, en beğenilenlere girdi, kısa sürede karması çıktı. yine aynı meydan okumalar devam ediyor tabii.

sonra geçenlerde gördüm ki author nam cem şancı ile de twitter üzerinden kapışmalar yaşanmış, hatta sonrasında da blogunda bir özür yazısı yazmış. orada author’un egosundan, altı doldurulamayan özgüveninden bahsediyor. işte ampul abi orada devreye giriyor.

çünkü steve kardeş daha önce de arzach ile ilgili yazmış ve yazdığı iki entry zamanın ötesine gitmişti ki biri arzach’ın twitter adresini veren diğeri de onu öven entry’lerdi. steve kardeş bankacı olduğuna göre o jargondan konuşalım. malum arzach’ın pek iyi bir repütasyonu yok bu mecrada. e steve kardeş de sözlükçülük ruhuna karma afyonunu çekmiş biri, sildi tabii o entry’leri, sonra yenilerini yazmış, onlara ne yapar bilemem.

lakin author nam cem şancı ile ilgili yazdıklarına bakınca cem şancı’nın özensiz yazıları olduğunu, kitap yazmanın kişiyi yazar yapmayacağını söylüyor. tamamen tarafsız gözlerle baktığımda –ki ne author’a bir sempatim vardır ne de steve kardeşe bir antipatim, ikisini de tanımam etmem- auhor’un her ne kadar klavyede aynı sözcük içindeki harflerin yerlerini ters yazma gibi daha çok 10 parmakçıların yaptığı tarzda hataları olsa da ve hatta kimileri tarafından sabun köpüğü tadında yazdığı düşünülse de, velev ki içi boş yazdığını bile kabul etsek de türkçe’ye olan hakimiyeti; her ne kadar senin yazıların içi dolu görünse de, bir hikayesi varmış izlenimi verse de ve hatta zaman zaman insanları etkilese de senin türkçe’ye olan hakimiyetinden daha fazla kardeş. en azından author özel isimden sonra gelen de bağlacını isme yapıştırıp bir de onu düzgün yazmak istercesine kesme işaretiyle ayırmıyordu. o kezban yazacakken kebzan yazıyordu en fazla.

dahası author binlerce entry yazmıştı ama karmayı bu kadar kafasına takmamıştı. senin sözlük hayatın karmayla can buluyor sanki. karmanın formülünü kimse bilmiyor tabii ama az sayıda ve bol şuku alabilen entry sahibi olununca karmanın daha çok oynadığını senin gibi tecrübeli yazarlar bilir elbette. o yüzden beğenilmeyenler silinir, sonra beğenilenler bırakılır gider.

velhasıl nabız demiştik ya, işte o kalp tribünlerde attığı müddetçe sen de sözlükte bol iş yaparsın kardeş.

o halde mesele nedir kardeş, mesele?
mesele gitmek midir, mesele?
yoksa neden gittiğin değil, nasıl döndüğün müdür mesele?

gladyatör’de commodus hakkında ne dendiğini hatırlarsınız; “roma ayak takımıdır ve o da roma’ya istediğini veriyor”.. umarım kendisi ekşi sözlük’ü roma gibi görmüyordur.

ve bundan sonra da “i am the william wallace” tarzı metinler yazmaz umarım. zira bizler gibi nickleri arkasına saklanan ve kendisiyle ilgili söylenebilecekler en fazla

“yaşıyordu bir tarla sıçanı gibi
ve korkaktı bir tarla sıçanı kadar”

dizelerindeki gibi olan tribün seyircileri o toprak zeminde mücadele edemeyebiliriz..



(ekşi sözlük’teki entry’mden)

sözlükçülerin formspring sayfaları

gerek evrensel gerçekler ve gerekse hakkımda bilmek isteyeceğiniz her şey ve daha fazlası için: http://www.formspring.me/esjinaeotr



(ekşi sözlük’teki entry’mden)

28 Aralık 2009 Pazartesi

sözlükçülerin genişletilmiş evrendeki karşılıkları

sözlükçülerin, star wars alemlerindeki izdüşümlerinin kendimizce yorumlanması*.

*işbu entry tamamen hayal ürünü olup, gerçek kişi ya da kuruluşlarla bir ilgisi bulunmamaktadır.

--- there is no defense there is attack ---

guru: mace windu. çok iyi ışın kılıcı kullanıyor ancak dogmatik, statükocu ve hatta hissi.

kimi raikkonen: bail organa. öyle hep öğreten, hep dikaktik bir yanı var ya senatörün, o yüzden işte. böyle hep kuralcı, sıkıcı bir hayat. hem bail organa speeder kullanabiliyor. kimi de iyi araba kullanıyordur herhalde. umarım en azından, yoksa sadece özgüven eseri bir nick olmasa gerek.

zenci: lando calrissian. yok len yok, renginden dolayı değil. ne olduğu anlaşılamadığından, hani bir o yana bir bu yana oynuyor ya lando, işte o yüzden. o yüzden zenci’nin de bir gün gelip doğru yolu bulacağına inanıyorum.

black eyed withch: chewbacca. özünde gayet iyi bir insan, tıpkı chewbacca gibi ama davası uğrunda saldırganlaşabiliyor da tıpkı bew gibi. benzemesinin sebebi ise efenim, ikisinin de ne dediğini sadece çevresinin anlaması ama ekran başındakilerin öylece bakakalması.

kaamos: daha önceden de belirtmiş idik zira; aayla secura. hoş bir havası var, kaamos’un da sesi hoş en azından.

arzach: jango fett. malum jango fett klonlanıp, milyonlarca kopyasından oluşan bir ordu galaksiyi ele geçiriyor. sonra da imparatorluk askerleri olarak görev yapıyor. düşünsenize arzach’ın klonlandığını, bir tanesi yetiyorken klonlarının olduğu bir sözlüğü. yazık valla. bir de klonların uysallaştırılmış kopya oldukları söyleniyordu. bobo’dan farkları yok şerefsizim.

darth maul: darth maul. saygıyla anıyoruz. darth maul bir apranti idi, darth maul da bir çaylak.

jar jar binks: mock caterpillar. biliyorum cinsiyetler farklı ve kendisi bir dungan’a benzediğinden dolayı değil kesinlikle. belki car car kısmı benzediğinden olabilir ama..

shimi skywalker: tulay1959. genişletilmiş evrende başka anne gördüğümü hatırlamıyorum. sözlükte de öyle. umarım sonu benzemez de kum adamların elinde heder olmaz.

assert h: obi-wan kenobi. obi-wan, jedi code’a sıkı sıkıya bağlı jedi’lardan biri. code da code. assert h da anladığım kadarıyla iyi bir coder. sözlüğün kodu bozulmasın diye canhıraş çabalıyor, bug’ları düzelttiriyor falan. ya hocam bırak dağınık kalsın, bırak bozulsun, rahat ol yahu. tamir eden birileri her zaman çıkar, dert etme.

author: qui-gon jinn. malum sözlüğe çok şey kattı, hem de çok, tıpkı qui-gon gibi. hep farklı olanın peşindeydi, tıpkı qui-gon’un “güçe dengeyi getirecek jedi” açılımı gibi. aramızdan erken ayrıldı, tıpkı qui-gon gibi. ancak aramızda olmadan da uzaktan bizimle haberleşebiliyor, tıpkı qui-gon jinn gibi. may the force be with you bro.

owencan: sarlacc. hani şu tatooine’deki çukur şeklindeki canavar.

--- there is no defense there is attack ---



(ekşi sözlük’teki entry’mden)

13 Aralık 2009 Pazar

kaamos

kendisini aayla secura'ya benzetmekteyim. ha ne bakımdan, şekil şemal mi derseniz? yok. o kısmını bilemem. görmedim, etmedim. bir maymun, iki maymun. zira içinde bulunduğu grup itibariyle tek dişi moderatör olması tek dişi jedi'ya öykündürüyor durumunu da. işte bu yüzden sırf bu yüzden işte, yaşamdan çok ölüme yakın olduğumuz için; güzeller güzeli aayla gibi bir "order 66" vukuatında ilk harcananlardan olur kanısındayım.

ha şimdi akla "lan o zaman sith kim, yoda kim?" soruları gelir. bakın o kadar karıştırmayalım mevzuyu. sidious kim, yoda kim? kim vader olur, siyaha girer? kim obi-wan olur çölde yaşar detaylarına girmeyelim. şu bir gerçek ki mevcut kadronun hemen hemen hepsi o ortalama jedi'lar gibi sapır sapır dökülürler, zira klasman anca o kadar.

ve maalesef kaamos da aayla'nın felucia'nın renklerinde kendine yeni bir yer edinmesi gibi başka başka ortamlarda yeni bir kaamos'a doğru gider. "for a safe and secure society!.."



(ekşi sözlük’teki entry’mden)

12 Aralık 2009 Cumartesi

can alıcı star wars replikleri

yaşlı obi-wan'ın genç luke skywalker'a cumhuriyet dönemini anlatırken söylediği:
-for over a thousand generations the jedi knights were the guardians of peace and justice in the old republic. before the dark times, before the empire.*

her ne kadar kendisinden çok hazetmesem de, master yoda'nın jedi temple'daki enkaz sonrası obi-wan'a söylediği:
-the boy you trained, gone he is. consumed by darth vader.

ve tabii ki yüce şansölyenin son senato oturumundaki konuşmasının en can alıcı kısmı:
-in order to ensure the security and continuing stability
-the republic will be reorganized
-into the first galactic empire! *

ve üstad'dan tokat gibi bir karşılık daha:
-the attempt on my life has left me scarred and deformed.
-but i assure you. my resolve has never been stronger!

ve bir de şiirsel bir gazlama genç skywalker'a:
-i can feel your anger. it gives you focus, makes you stronger.

kim daha anlamlı "stronga" diyebilir ha? kim?



(ekşi sözlük’teki entry’mden)

domino's pizza

bunlardan herhalde otuz kere falan pizza almışımdır, çifterden altmış diyelim. ya bir kere bahşiş verdim ya da hiç vermedim, tam hatırlayamıyorum. napiim amına koyim her pizza da yakılmaz ki, hep kara hep yanmış.

sonra n'aptım, geçtim little ceaser's'a; ilkinde değil ama daha ikinci siparişte 25 liraya 5 lira bahşiş verdim. onu verirken de düşünmedim değil hani, "lan dominoculara haksızlık mı ettim acaba? bu bir ihanet mi yoksa" diye lakin o para istemsiz çıktı cüzdandan, öyle bir anda.

tamam itiraf ediyorum. eve gelmeden önce yolda acayip sıkışmıştım, umumi bir tuvalete girmek zorunda kaldım. on lira üstü olarak da 4 tane birlik bir de 5 lira verdi helacı (ne fonetik bir sözcük değil mi? iyi ki kenefçi dememişim! ahahaha!). 4 lirayla bir sayısal aldım, 5 lirayı da cüzdana sokuşturdum. sayısal cüzdana girdi, 5 lira pizzacıya gitti. bilemiyorum hep boktan bir şansım olmuştu, belki bu sefer dönmüştür.

not: farkındayım çok sikik bir entry oldu ama formata uydurdum. n'aptım? başlığı işaret ettim, öyle mal gibi gösterdim "aha bu" dedim. gösterince, bu deyince (hani ismi nitelemiş oluyorsun ya, işaret sıfatı meselesi) tanımlamış oluyorsun zira. sözlükte böyle. gerçek hayatta adamı öyle mal gibi gösterip tanımla bakalım napıyorlar? kan mı alıyorlar, trombosit mi ayrıştırıyorlar?
neyse sonra n'aptım? bu dediğimin benzeşiyle söze devam ettim, sonra bokun püsürün içine girdim, pizzacıdan neredeyse hiç bahsetmedim. peki n'oldu? boktan ama legal bir entry oldu. legal terimini çok seviyorum. sözlük jargonunu çok seviyorum. "god bless america" büyüksünüz sözlüğün kanaat önderleri. ufkumuzu genişletiyorsunuz.

oh la la, ukala editi: lidıl sizırs'ı her zaman yanlış yazarım. yine öyle olmuş. intüsiyastik mi ne karın ağrısıysa, onu da hiç berecemem mesela. telaffuz bile edemedim yıllarca, öyle işte. affetsin yüce bilgeler.



(ekşi sözlük’teki entry’mden)

5 Aralık 2009 Cumartesi

önemli olan burada kimin yaşadığı değil

pansiyon manzumeleri nin en mükemmel parçası. bir bukowski klasiği. hatırda tutulması keyifli, ibret alınması elzem dizeler birlikteliği. güney'in üstad'ının factotum dönemlerinden; sigara izmaritleri ve boş içki şişeleri arasından sıyrılan mürekkep izleri:

önemli olan burada kimin yaşadığı değil
kimin öldüğü
ne zaman öldüğü değil
nasıl öldüğü
büyük insanların tanınmışları değil
adı sanı duyulmadan ölenleri önemli
ülkelerin tarihleri değil
insanların yaşamları önemli
masallar düşlerdir
yalanlar değil
ve insanlar değiştikçe
gerçekler de değişir
ve gerçekler durağanlaştığında
işte o zaman insanlar ölecekler
ve böcek, ateş
ve seller
gerçek olacaklar



(ekşi sözlük’teki entry’mden)

20 Ekim 2009 Salı

sözlükçülerin twitter sayfaları

"güzel yüzlü mavi gözlü insanların olur da benim olmaz mı?" kabilinden hareketle bir tane de ben açayım, artık sözlükte yaşayamadığım sosyalleşme ortamını feedleye feedleye tadayım dediğim bir garip sevdanın ürünü sayfalar. (tanım yapalım da kıçımıza kaçmasın değil mi? ey sözlükçü!)

efenim aklıma gelmişken bu feed olayını ben feed-->seed-->sidik geçişleriyle* fena halde işemeye benzetiyorum. hani insanın büyük ihtiyacı çok olmaz ama gün içinde sürekli çişini yapabilir ya, bu feed olayları da ona benziyor. ne yapsak yazıyoruz yahu. aha! şimdi esnedim, dur onu da yazayım.

velhasıl kimilerimiz de boncuk arama sevdasıyla çıktık yola, sonumuz hayrola..

http://twitter.com/esjinaeotr

* sanırım bu zihni geçişlere "transfer" deniyordu. en azından ben psikoloji dersinden öyle hatırlıyorum. sahiden sistem değişikliği ayağına haftada bir saat olan psikoloji dersi iki saate çıkmıştı. hayır bir yıl boyunca derslerin en az yarısını ben anlattım, ona yanarım. hocamız da anthony perkins'in annesine benziyordu, hani psycho filmindeki kadın.

**bu arada belirtmeden geçemeyeceğim. tweet'ler aracılığıyla küfretmeyin reca ederim. zira (bkz: #16646096) daki şartlar aynen burada da geçerli.


(ekşi sözlük’teki entry’mden)

9 Ağustos 2009 Pazar

mariadebonne

ne adını sanını bilirim kendisinin ne de resmini cismini görmüşümdür. limon'la bition'la da uğraşmam, merak da etmiyorum. kendisiyle bir kere bile mesajlaşmamışımdır ki ben zaten mesaj sevmiyorum. yazdıklarını okuyorum ki bu da bana yetiyor.

bende bıraktığı izlenim, belki bazıları tarafından çok iddialı bulunacak ama "en iyi sözlük yazar"larından biri olduğu yönünde. sözlükteki en iyi yazarlardan biri demedim özellikle. o iş biraz karışık, burada her türlü insan var. sırf yazar olduğu halde sözlükte de yazan iki roman yazarı tanıyorum ki zaten çok az kişi tanıyorum.

mariadebonne ise sözlük yazarı olarak en iyilerden biridir kanımca. çünkü sözlüğün konsepti belli, bir blog bir forum değil, bir taraftar sitesi değil aslında ama zaman zaman bunların hepsi oluyor. sözlük daha çok bir grafiti panosu gibiyse, yarı ciddi hatta zaman zaman ciddiyetsiz bir vikipedi platformuysa mariadebonne bu konsepte en çok katkı sağlayanlardan ve buna en uygun yazanlardan biri gördüğüm kadarıyla.

ne yapmıyor mariadebonne? gördüğüm kadarıyla iki yüzlülük yapmıyor. ne yapıyor? açıklıkla kendi tarzında dile getiriyor pek çok şeyi. bu tarz da kimilerinin hoşuna gitmeyebilir ama benim hoşuma gidiyor sözgelimi.

ne denmiş kendisi hakkında? rahatsız olduğu durumlarda nick altına entry girermiş, eleştirirmiş. bu söylendiğine göre kendisinin kimi nick başlıklarına girdiği olumlu entry'ler de görülmemiş, okunmamış. ama ne yapmamış mariadebonne? nick başlıklarına yazdığı pozitif entry'lerde yavşaklığa kaçmamış. öyle gidip de "cancişim, canım canım, cucuş mucuş, sıkarım yanaklarını onun ben" dememiş. entry tarzı rahat ve esprili olmasına rağmen nick başlıklarında yılışmamış.

tabii bu da sözlükte ortalama entry'lere, birbirinin tıpkısının aynısı ifade kalıplarına alışkın olan ve bunlardan başka bir şey görmek istemeyen, hep aynı ve birbirinden arak esprilere gülenlere de yadırgatıcı geliyor olabilir. e ne isteniyor peki kimilerince? sözlükte sadece canciş entry'leri mi olsun nick başlıkları altında? hep olumlu, yapay hatta samimiyetsiz karşılamalarla dolsun ortalık, hepimizin midesi bulansın sonra.

hani hep light side olsun ortalık deniyorsa da gördük her şeyi light side'dan ibaret sananların halini işte. dark side adamın amına koydu. sen hala light'tasın, beyazdasın. siyahı görmezden gelirsen bir gün içinde boğulabilirsin. dikkat li ol. güç de seninle olsun.


(ekşi sözlük’teki entry’mden)

mock caterpillar

"oh baby baby it's a wild world
i'll always remember you like a child girl"

demek istediğimdir. ayrıca

"olur ya bir gün gelir ya
olur ya kader bu ya
olur ya benden başkasını
gözün görmez olur ya"

dediğimdir.

olmadı kendisine tahrif edilmiş manzumeler evreninden şu örnekle seslenmek istediğimdir:

ben sana talibim bilemezsin
nick’ini her dakika görüyorum
gözlerimin önünde hep gözlerin
seni badilere ekledim bilemezsin
günümü hep seninle geçiriyorum
bu sözlük o eski sözlük müdür
yıllar geçtikçe yeni yazarlar katılıyor
altıncı nesilden sonra sözlük bozuluyor
ben sana talibim sen yoksun

çaylak olmak kimi zaman rezilce korkuludur
insan bir entry sonrasında ansızın log out olur
tutsak moderatör buyruğunda entry kasmaktan
kimi zaman klavye parçalar hırsından
birkaç şükela çıkarır belki yazdıklarından
hangi badiye sorsa kimi zaman
sözlükteki yalnızlığın munzur gürültüsü

istiklal’de yavşak bir akordeon çalıyor
sanki tanıdık bir şarkı çalıyor
durup mango’nun karşısında deliksiz dinlesem
sana yalanmamış bir dondurma getirsem
sinema biletleri avuçlarımda duruyor
ben mi izlesem yoksa tinercileri mi göndersem
ben sana talibim sen yoksun

belki ağustosta mavi gözlü hatunsun
ah onları bilmiyor kimseler bilmiyor
markası okunuyor gözlerinden
belki söğütlüçeşme’de metrobüse biniyorsun
phileas’lar yolda kalıyor, bezmişsin
belki yorgunsun, duş almalısın, terlemişsin
kumral saçların rüzgarda dağılıyor

ne vakit bir entry yazmayı düşünsem
bu yavşakların arasında belki zor
ayar vermeden ve götümüze girmeden
ne vakit bir entry yazmayı düşünsem
kenarda dursun deyip vazgeçiyorum
eksibition’ı açıp açıp sana bakıyorum
hayır bu böyle olmayacak
ben sana talibim bilemezsin


(ekşi sözlük’teki entry’mden)

mock caterpillar

çok güssel bir kıs. cancişim olsun istiyorum. şu galaktik yalnızlıkta, imparatorluk kargaşasında..

kendisine yazdığım bir mektubu sözlükçülerle de paylaşmak istiyorum..

--- elmek ---

ilan-ı force ediyorum naboo'ya da gelir misin? eşsiz çimlerde benle seğirtmeye söz verir misin?

evet bebek seni çekemiyorlar biliyorum. senin güzelliğini kıskanıyorlar. hem güzel, hem akıllı, hem kültürlü, hem hem hem hem olmanı hazmedemiyorlar. ve sanırım ben de seni çekemiyorum bebek. seni kıskanıyorum. benle değil de sistemin adamlarıyla bir arada olduğun için; için için senin bulunduğun partileri, hani ben savaştayken benim korumam altında güvenle katıldığın o partileri takip ediyorum. sonra da efemine üniformasıyla bir dream ball'cu gelip de bana saygısızlık yapsın diye değil..

ama bir gün gelecek ben de karşına çıkacağım. aynı renk botlarımı ve pelerinimi giymiş bir şekilde o zirvelerden birinde belki de karşındaki ben olacağım. sana mind trick yapacağım. "sen zekisin, sen zekisin" diyeceğim. tabii sen bunu tekrarlayacağın için sonuçsuz kalacak ama olsun, yılmayacağım. barmene daha önceden hazırlattığım java suyunu havada uçuracak, o zarif ellerinin arasına o ıslak maviliği göndereceğim. işteee biz o gün tükeneeeceğizzz..

senin için bir de şiir yazdım bebek.. halet-i ruhiyemin derinliklerinden gelen şu dizelere can verdiren bebek..

uzun ve yorucu görevler arasında vazgeçtim jedi olmaktan
ve karşımda çürümüş mumya gibiydi yoda’m
ben seninle bir gün tatooine’deki izbe bir barda
ben seninle sadece sezmek zorunda kalanların sezdiği bir komplonun ortasında
ben seninle tusken raider’ların o görkemli coğrafyasında
ben seninle mustafar sisteminin can alıcı yakıcılığında
ben seninle herhangi bir jedi kanının midi-kloryanlarında olabilme ihtimalini sevdim
ben senin beni bilebilme ihtimalini sevdim

--- elmek ---

ve tüm bunların ışığında şu entriyi lordumun en büyük öğütüyle sonlandırmak isterim: "do not hesitate, show no mercy"


(ekşi sözlük’teki entry’mden)

erotik hikayeler

projeye başladığımdan beri sık sık birileriyle görüşüyordum ki artık sıra ona gelmişti. işe başlayalı uzun zaman olmasına rağmen bir kere bile konuşmamıştık. ama sonunda onun masasında yan yana çalışıyorduk işte. işyerindeki tüm erkeklerin gözünün onda olması benim de onu arzulamama yetiyordu. yürürken kimsenin yüzüne bakmazdı. sıkı yuvarlak kalçaları, siyah kıvırcık saçlarının bukle bukle önüne düştüğü dolgun göğüsleri vardı. buğday rengi canlı teni ise ona apayrı bir seksapel katıyordu. ama şimdi dip dibe aynı masada çalışıyorduk ve sıyrılan mini eteğinin hiç saklamadığı bacakları tüm dikkatimi dağıtıyordu. o klavye kullanırken yanlışını düzeltmek istediğimde elimi tuttuğu an gözlerimizin birbirine kilitlendiğini sadece biz değil tüm çevredekiler gördü adeta. elleri sıcacıktı, ikimiz de heyecanlanmış bir sonraki hamlenin ne olabileceğini anlamaya çalışır gibi donup kalmıştık. o dakika tüm vücudunun nasıl olabileceği geçti aklımdan birden. adeta onu ellerimle soymuş ve büyük bir hayranlıkla izlemeye koyulmuştum ki elini zarifçe geri çekti. kalemi tekrar elime alıp yazmaya başladığımda el yazımın bile değiştiğini fark ettim. çünkü o eller hemen yanı başındaki o diri bacaklara dokunmak istiyordu. daha fazla konuşamayan dudaklarım o cömertçe taşıdığı dekolteden içeri girmek için sabırsızlanıyordu. o an çay servisi için gelen ve benimkini sehpaya koymak isteyen çaycıya burada içeyim dedim. çünkü yerimden kalkamazdım, dışarıdan bakıldığında görünümümde pek de insan içinde normal karşılanmayacak bir değişim olmuştu. eğer zamanı durdurabilsem ona oracıkta sahip olurdum diye geçirdim içimden. ya da zamana yaymalıydım amacımı. elimdeki kağıtlara “telefonun ne?” diye yazdım, o da numarasını. yan masadaki sevimsiz kadının yerinden kalkmasını da fırsat bilerek sağ elimi gezdirmeye başladım bacaklarında ve yukarılara doğru kaydırıyordum, tam o saklı sıcaklığı hissetmiştim ki ustam girdi içeri.

“bre gafil, uyan o gaflet uykusundan” dedi. “çok çok uzak bir galakside uzun zaman sonra yaşayacak elin insan kaynakları uzmanı kadınıyla ilgili fantazya kurmaya utanmıyon mu keraneci” dedi. “nasıl bir hayal dünyan var anlamıyorum ki fabrika gibi üretiyor maşallah” diye devam etti, “sana güç bile bir şey yapamaz” diye de baskıladı durdu. o an utanmasam da ustamın gelişini sezemediğim ve düşlerim yarım kaldığı için hayıflandım. işte o an benim dark side’a bir adım daha yaklaştığım an oldu.

hayır hacı, kamışa su yürüyeli yıllar olmuş, hep tozun toprağın içinde lightsaber sallamışız, ne bir hatun yüzü görmüşüm ne bir şey. hep elizabeth hep eleanor. “yürü tatooine’e gidiyoruz” dedi sonra, “hutt’lar sorun çıkarmış, çözmemiz lazım”. tamam amına koyim geliyorum diyecek oldum tuttum kendimi. “hoop cazibe hanım” dedi, “ışın kılıcını da al istersen”. sonra da numarasını yaptı tabii, “this weapon is your life”. yes master dedim. içimden de ilerde o ışın kılıcını götüne sokacakmışım gibi geliyor bana ama du bakalım dedim düştüm peşine.


(ekşi sözlük’teki entry’mden)

insanları yönlendirmek

herkese sarılmaktır. sarılmak candır. cancişlerim benim, ne güzeller. bir cancişim daha gelip de "beşere istikamet eylemek zanaatlerin en meşakkatlüsüdür" diyene kadar tam olarak anlaşılmayacak kavramdır.

ha benim için anlamı çok başkadır, anca yüce şansölyenin ağzından dökülen kelimeler hissiyata tercüman olabilir ki o da başka bir dünyanın gerçeğidir;

"in order to ensure the security and continuing stability, the republic will be reorganized into the first galactic empire, for a safe and secure society"


(ekşi sözlük’teki entry’mden)

otuzluk abilerden genç sözlük erkeklerine öğütler

otuz numeroyu taze devirmiş olanından alçakgönüllülükle..

öncelikle eğitime zamanında başlayın. çünkü 7 çok geç ve 4 dedin mi bir padawan temple’a girecek, bir apprentice eteğe yapışmaya başlayacak arkadaş.

hayatı bir macera tadında yaşayın gitsin. öyle çok uzun vadeli planlar yapmayın, hatta en iyisi hiç plan yapmayın. pod yarışlarına inanın. olmadı at yarışı diyeyim ben size.

elinizden geldiğince gezmeye bakın. çok gezen mi çok okuyan mı ikilemine düşmeyin. güce inanan birini hiç okurken gördünüz mü? yok. ama o sistem senin bu gezegen benim sürterken görmüşsünüzdür.

sezgilerinizi geliştirmeye bakın, nerede işe yarayacağı hiç belli olmuyor. gün gelir kumburgaz’daki misafirler size de uğrarlar en azından bir mind trick dener fiyaka yaparsınız.

kapıları ardınızdan sert kapatmayın. tatooine gibi olsa da her zaman dönecek bir eviniz olsun. coruscant’taki sahte mimarisindense naboo’daki huzura değer verin.

istekli ve hırslı olun ama kibirli ve küstah olmayın. “i slaughtered them like animals” diyecek kadar hatırlayın ama “i hate you” diyecek kadar unutkan olmayın.

kimseyi sırtından bıçaklamayın, zira ileride çok pis hesap verebiliyorsunuz.

ve kadınlar..

her şeyden önce onların kanındaki midi-kloryan sayısının sizinki kadar olmadığını bilin ve ona göre hareket edin..

karizma yapacağım diye bir kadına kıl kıl davranmayın, o ışın kılıcını götünüze sokarlar afedersin, bizzat yapanlarını tanıdım.

cool davranın ama sevecen olun. bir kadının şefkat ihtiyacı bir imparatorun güç ihtiyacından az değildir.

ve elbette hayatınızda bir “padme” olursa onu asla bırakmayın. gururu korumanın yolu sevgiyi yüceltmekten geçer, zaafları beslemekten değil..

may the force be with you my friends..
may the force be with you..


(ekşi sözlük’teki entry’mden)

avasas'ın korkunç ofis partisi

derviş, fikir, zikir...
ayrıca bu partiye katılanlar bir hafta boyunca buna da katıldı: (bkz: deli kaçtı kuyu taş ve biz kaldık)

(ekşi sözlük’teki entry’mden)