12 Nisan 2010 Pazartesi

aziz kedi

açıkçası, sözlükten çıkan adamın sözlükten çıksa bile içinden sözlüğü çıkaramadığını ispatlar gibi bir yazı kaleme almış.

demem o ki; daha önceki bölümlerde (“previously on sözlük” olayı) başka arkadaşlar bu konuda söylemek istediklerini dile getirmişler zira. ben de birkaç küçük ekleme yapayım naçizane.

malum sözlük formatının bir matematiği var. entry girme, entry’ye yanıt verme, ayar alma ayar verme (hep karşılıklıdır bunlar, ahahahaha), mevcut başlıkla forum yapma, yeni başlık açarak foruma yeni heyecan getirme, forumu muhatabın rumuzuna taşıma (hatta buna da “muarızın..” demeyi seviyor sözlük elitistleri [burada yazar zenci’ye yakınsıyor, ne şeref, ahahaha]) vs. vs..

bu böyük köşe yazarı da yazısında sözlük matematiğini kullanmadan edememiş. nasıl mı? gitmiş üzerine yazı yazılacak bir konu bulmuş; yazı yazılacak derken, öyle özgün bir fikir değil, başkasının yaptığı bir şey. herhangi bir şey olabilir. uyduruk da olabilir, nitelikli de, önemli değil. yeter ki eleştirilecek, öyle sarkastik sarkastik, çok bir şey bilmeden de yorum yapılabilecek bir malzeme olsun yeter.

yoksa sabah çok güzel bir güne uyandığında gördüğü ilk tablo karşısında insanın içine işleyen bir deneme yazan ya da bok gibi bir güne uyandığında kaotik bir tablo resmeden, hiç olmadı boğazda yürürken yaşadığı gri bir istanbul sabahını değil bir fotoğrafçı gibi, bir nakış öğrencisinin kasnağına çizdiği motifler gibi olsa bile resmedebilenler var da biz de onları görmezden geliyorsak, onlar buradayım desin, biz de okuyalım. hani sözcüklerin hep dediği gibi, “o hep yazsın, biz hep okuyalım”. (ahahahaha)

velhasıl, konuyu almış, sonra gitmiş konunun hangi kısmıyla dalga geçeceğini seçmiş kendisine. “buradan vurursam, tribün bağırır, “spartaküs, spartaküs” deyu deyu, belki sonunda lucy gibi bir yavru da bana düşer ha” demiş, seçmiş argümanı (nam-ı diğer zaviye ama o “tekke ve zaviye” kalıbındakinden farklı, neyse). sonra n’apmış? dalga geçilecek, üzerine gidilecek konuyla ilgili aslında boş konuşulmadığını, bilgi sahibi olunduğu için fikir sahibi de olunduğunu göstermek icab ettüğünden, konuyla ilgili bir direkt* (sheridan olayı) bir de endirekt* (kieslowski mi ne!?) iki detay bulup yazının aslında buram buram koktuğu o lümpen atmosferinin için serpiştirmiş. olmuş mu sana “aslında ben tüm katmanları yaşayıp sindirdiğim için bulunduğu yeri hazmedebilen, dolayısıyla onu yaşama ve diğerlerini değerlendirebilme olgunluğuna sahibim” alt metni. (bu lafa da bayılıyorum, yani siz gerizekalılar anlamazsınız, ben alttan alttan size veriyorum enjeksiyonu demek herhalde, bir nevi siz bilinçsizken ben altına girdim o bilincin tavrı, çok süper bir elitist davranış daha).

ve dahası ilgimi çeken bir nokta da metin şentürk’e açık mektup kısmında geçen bir ibare oldu, evlere şenlik ama “yazar”ın neyi kompleksinde olduğunu gözler önüne seriyor. şöyle buyurmuş üstad: “metin abi.... ....kurbanın olayım, bak ben profesyonel yazarım, bir telefon et.... ....sana yeni şakalar yazayım”.

işte bu kısmı okuduğumda dedim ki kendi kendime “oğlum sen de kendini bir bok sanıyorsun, alt tarafı bir sözlük yazarıymışsın ama bak adam ‘profesyonel yazar’, vay be”..

tavuk mu? civciv mi? yoksa kabuk mu? ben bilemedim. siz bilirseniz, bir ses edin hele.

bir de unutmadan, yazıyı sözlükte verilen linkten okuduğumdan, internette yazılan bir yazının sonuçta sanal bir hava yayması doğaldır, bir de bunu gazeteden okumalı diye düşünüp, içeri geçip milliyet cadde’yi aldım, bir de oradan bakayım diye. orada da “yazar”ın künyesi varmış meğerse; boy kilo, bilumum fizik ölçüleri falan.

yahu düşünmeden edemedim, aziz üstad, benim boyum senden kısa, kilom da senden az ama pazu çevrem seninkinden fazla ki öyle geniş bir görünümüm de yok. acaba diyorum bendeki kilo belli bir bölgeye toplanmamış, ondan mı?

sevgilerimle. everysin.. her neyse..



(ekşi sözlük'teki entry'mden)