15 Kasım 2010 Pazartesi

mock caterpillar

canım..
canım..
canım..

bana yeniden entry'ler girdiren kadın..

kendisi her ne kadar yarışmaya katılacağını bana haber vermese de gördüğüm an tanıdım. dedim ki bu "o". o müstesna insan.. dedim..

pek tabii, her zaman öykündüğüm o entellektüelite çıtasını "bişiy.. bişiy.. bişiy.."den 1 milyon canlı para'ya yükseltmiş olması, şahsen benim de artık daha fazla çalışmamı, ve bireysel gelişimim konusunda çoook ama çoook emek sarfetmemi dürtüleyen bir hal aldı.

entry'me son vermeden önce kendisine teşekkürü borç bilirim. öyle ki, görmediğim, konuşmadığım, tanışmadığım halde sadece yazdıklarıyla bir insanı dünyanın en itici, en antipatik şahıslarından biri addetme konusunda hakkımı teslim etmiştir. beni kendi kendime yalancı, hüsn-ü kuruntu sahibi, efendime söyliim benden sonrası tufancı, "adam sen de"ci çıkarmamıştır.

yancısının sempati boyutunda yeni çukurlar kazma eyleminde kendisine rakip olacak derecedeki başarısı ve her ikisinin de altı doldurulamayan özgüven konusunda ibretlik örnekler oluşturmaları, insanın kendine olan inancını ve çevreye yönelik gözlemleri konusundaki isabet oranını arttırdığı için ayrıca sevindirici.

şunu da belirtmeden geçemeyeceğim ki; her ne kadar öyle kendisi ve onu tıpkı sözlükteki cancişleri gibi telepatik yollarla duyumsayan yancısı gibi enerji boyutunda teati edemesem de "güç"e olan bağlılığımla belki bir nebze olsun etkili olabilmişimdir, en azından ayaklarının zemine basması konusunda bir force gönderdiğimi söyleyebilirim. acı bir tecrübeyle de olsa yararını gördüler sanırım.

güç sizinle olsun. öylesine alçakgönüllü, öylesine meditasyon yapar gibi. öylesine 4 yaşında bir padawan'da olduğu gibi.


(ekşi sözlük'teki entry'mden)

24 Eylül 2010 Cuma

reading zindanı balladı

herkesin sevdiği
yanı, olsa da başka başka,
benim favori pasajım;
belki de
pek popüler olmayan ama,
kanımca en vurucu olan kısmı
balladın:

.....
zindan duvarlarıydı ikimizi kuşatan,
biz iki mutsuz, yalnız:
dünya ikimizi de öte atmış koynundan,
tanrı silmiş, tanrısız:
günahları kollayan bir demir kapan
ortasında kıskıvrak kıstırılıp kalmışız.



(ekşi sözlük'teki entry'mden)

12 Nisan 2010 Pazartesi

aziz kedi

açıkçası, sözlükten çıkan adamın sözlükten çıksa bile içinden sözlüğü çıkaramadığını ispatlar gibi bir yazı kaleme almış.

demem o ki; daha önceki bölümlerde (“previously on sözlük” olayı) başka arkadaşlar bu konuda söylemek istediklerini dile getirmişler zira. ben de birkaç küçük ekleme yapayım naçizane.

malum sözlük formatının bir matematiği var. entry girme, entry’ye yanıt verme, ayar alma ayar verme (hep karşılıklıdır bunlar, ahahahaha), mevcut başlıkla forum yapma, yeni başlık açarak foruma yeni heyecan getirme, forumu muhatabın rumuzuna taşıma (hatta buna da “muarızın..” demeyi seviyor sözlük elitistleri [burada yazar zenci’ye yakınsıyor, ne şeref, ahahaha]) vs. vs..

bu böyük köşe yazarı da yazısında sözlük matematiğini kullanmadan edememiş. nasıl mı? gitmiş üzerine yazı yazılacak bir konu bulmuş; yazı yazılacak derken, öyle özgün bir fikir değil, başkasının yaptığı bir şey. herhangi bir şey olabilir. uyduruk da olabilir, nitelikli de, önemli değil. yeter ki eleştirilecek, öyle sarkastik sarkastik, çok bir şey bilmeden de yorum yapılabilecek bir malzeme olsun yeter.

yoksa sabah çok güzel bir güne uyandığında gördüğü ilk tablo karşısında insanın içine işleyen bir deneme yazan ya da bok gibi bir güne uyandığında kaotik bir tablo resmeden, hiç olmadı boğazda yürürken yaşadığı gri bir istanbul sabahını değil bir fotoğrafçı gibi, bir nakış öğrencisinin kasnağına çizdiği motifler gibi olsa bile resmedebilenler var da biz de onları görmezden geliyorsak, onlar buradayım desin, biz de okuyalım. hani sözcüklerin hep dediği gibi, “o hep yazsın, biz hep okuyalım”. (ahahahaha)

velhasıl, konuyu almış, sonra gitmiş konunun hangi kısmıyla dalga geçeceğini seçmiş kendisine. “buradan vurursam, tribün bağırır, “spartaküs, spartaküs” deyu deyu, belki sonunda lucy gibi bir yavru da bana düşer ha” demiş, seçmiş argümanı (nam-ı diğer zaviye ama o “tekke ve zaviye” kalıbındakinden farklı, neyse). sonra n’apmış? dalga geçilecek, üzerine gidilecek konuyla ilgili aslında boş konuşulmadığını, bilgi sahibi olunduğu için fikir sahibi de olunduğunu göstermek icab ettüğünden, konuyla ilgili bir direkt* (sheridan olayı) bir de endirekt* (kieslowski mi ne!?) iki detay bulup yazının aslında buram buram koktuğu o lümpen atmosferinin için serpiştirmiş. olmuş mu sana “aslında ben tüm katmanları yaşayıp sindirdiğim için bulunduğu yeri hazmedebilen, dolayısıyla onu yaşama ve diğerlerini değerlendirebilme olgunluğuna sahibim” alt metni. (bu lafa da bayılıyorum, yani siz gerizekalılar anlamazsınız, ben alttan alttan size veriyorum enjeksiyonu demek herhalde, bir nevi siz bilinçsizken ben altına girdim o bilincin tavrı, çok süper bir elitist davranış daha).

ve dahası ilgimi çeken bir nokta da metin şentürk’e açık mektup kısmında geçen bir ibare oldu, evlere şenlik ama “yazar”ın neyi kompleksinde olduğunu gözler önüne seriyor. şöyle buyurmuş üstad: “metin abi.... ....kurbanın olayım, bak ben profesyonel yazarım, bir telefon et.... ....sana yeni şakalar yazayım”.

işte bu kısmı okuduğumda dedim ki kendi kendime “oğlum sen de kendini bir bok sanıyorsun, alt tarafı bir sözlük yazarıymışsın ama bak adam ‘profesyonel yazar’, vay be”..

tavuk mu? civciv mi? yoksa kabuk mu? ben bilemedim. siz bilirseniz, bir ses edin hele.

bir de unutmadan, yazıyı sözlükte verilen linkten okuduğumdan, internette yazılan bir yazının sonuçta sanal bir hava yayması doğaldır, bir de bunu gazeteden okumalı diye düşünüp, içeri geçip milliyet cadde’yi aldım, bir de oradan bakayım diye. orada da “yazar”ın künyesi varmış meğerse; boy kilo, bilumum fizik ölçüleri falan.

yahu düşünmeden edemedim, aziz üstad, benim boyum senden kısa, kilom da senden az ama pazu çevrem seninkinden fazla ki öyle geniş bir görünümüm de yok. acaba diyorum bendeki kilo belli bir bölgeye toplanmamış, ondan mı?

sevgilerimle. everysin.. her neyse..



(ekşi sözlük'teki entry'mden)

28 Mart 2010 Pazar

author vs stevemcqueen

[şu ana kadar nasıl açılmamış, nasıl bahsi geçmemiş bir kıyaslama ki beni hayretlerden hayretlere sürüklemiştir canlar]

[şimdi var böle bişiy]

cancişlerin gücü adına, söz bende artık. şu köşeli parantez içinde de istediklerimi yazdım, girizgahımı yaptım, "bişiy" ilen tanım koydum ya ortaya artık uçursalar da beni gam yemem. o derece mes'ud ve bahtiyarım.

velhasıl konuya gelirsek; anılan kıyaslama, karşılaştırma veyahut da sözlükçülerin sevdiği tabirle "selebriti det meç" için söylenebilecek yegane şey "kalite yerlerde sürünüyor" olacaktır benim açımdan.

karşılıklı yazdıkları tweet'ler olsun, birinin entry'leri, diğerinin blog yazıları olsun okuduğumda biri 35 diğeri 38 yaşında iki insandan bu sözcükler mi çıkıyor, bu ifadelerle mi polemiğe giriyorlar, bu dağarcıkla mı atışıyorlar diye kendime sorup sorup duruyorum.

dahası tevfik fikret ve mehmet akif ersoy gibi ediplerin atıştığı bir ülkede biri ağzından "gergedan yarrağı" lafını, diğeri "amcık ağızlı" küfrünü düşürmeyen iki insan "ben yazarım, sen yazar değilsin" tartışması yapıyorlar ya, gerçekten de çok komik.

yazar olmak bu denli ucuzlamış ya, o da trajikomik. işin ilginci bu iki isim öyle sözlük yazarlığı iddiasında falan da değiller. kendilerini gayet ciddi ciddi edebiyat adamı olarak görmeye başlamışlar.

hadi ben uzaydan geldim diyelim, öyle çok çok uzak bir galaksiden. o yüzden bana yabancı bazı kavramlar diyelim. herkese de mi yabancı? arthur rimbaud 20 yaşından önce kendisini rimbaud yapan şiirleri yazmış bir şairken, paul auster gibi bir adam 10'lu yaşlarında çeviri yapmaya başlamış ancak 40 yaşından önce roman yazmaya girişmemişken, daha doğru dürüst kitap okumamış, hayatı monitörün karşısında tweet'lemek olan adamlar "sen yazar değilsin, ben yazarım" şeklindeki nitelikli (!) argümanlarıyla atışıyorlar.

bravo size, çok doğru yoldasınız. türk edebiyatı sizinle gurur duyacaktır, emin olun.



(ekşi sözlük'teki entry'mden)

21 Şubat 2010 Pazar

ekşi sözlük onbir yaşında zirvesi

şu an şu satırları bir bayram sabahı, bir beleş akide şekeri kazanımı sonrası, bir pek çok beleş şeyi aynı anda kazanmanın verdiği neş’eyle, bir bedavacının** lunaparka, atari salonuna ya da birahaneye koşma azmini duyma şevkiyle yazıyorum dostlar. hatam ya da atladığım olursa affola..

bunu söyleyeceğim aklımın ucundan geçmezdi lakin oradaydım.

öncelikle ben de pek çok kişi gibi tamamen bilimsel amaçlı, sosyolojik derinliğimizi arttırmak ve toplumbilim literatürümüze, hatta hatta türk antropolojisine yılansı fare çocuklar gerçekliğini tescil ettirmek amaçlı bilumum deneyler yapmak ve gözlemlerde bulunmak için oradaydım. yoksa ücretsiz servisle gidilip dönülecek beleş duman konseri için değil tabii..

öncelikle şunu söylemeliyim, tabii ki kendi adımla gitmedim. her ne kadar bilinen biri olmasam da olur adamına rastlarız da dayak atmak isteyenler çıkar diye tırstım açıkçası. gizlenmeliydim ve tebdil-i kıyafet içindeydim ve bir yazarın +1 sap kontenjanını kullandım.

gelelim çoğunlukla sosyal, kısmen entelektüel ama en çok da fiziksel gözlemlerimize. girişteki arkadaşlar çok nazikti, sağolsunlar. yaka kartı veren hanım kızlarımız da öyle. bizim yazar uzun bir süre nick’ini söylemeye utandı, kartını aldı ama pek çok kişi gibi o da takmadı tabii.

velhasıl ilk girdiğimizde ortamı bir kolaçan edelim dedik, bir envanter çıkaralım. termal algılayıcılı gözlerimiz keratin yoğun, tekstil seyrek canlılara doğru yönelmemizi sağladı. öngördüğümüz üzere oran oldukça düşüktü. arkadaş pareto analizi bile yaptı. “buradan %20 kız düşürme olasılığı ortamdaki sapların %80’inin sarhoş olmasına bağlı”.. e biz dahil ortamın %90’ının da sap olduğu düşünülürse olasılık oldukça düşüktü. ama biz ne yaptık, zoru sevdiğimiz için ayık olan %20 sapın ayartma ihtimali olan kızlardan düşmeyecek %80’inin peşinden gitme hayaliyle yola çıktık. güce inandık, güce sığındık. lakin şartlar çetin, atmosfer sıcak. elif kağnısını yediyor kara geceden geceden.

işte o anda kozmik odada tam önümüzde o’nu gördük. inceden inceden fısıldıyordu gaibe:

“bulmacanın sonuna geldiğinde tek bir soru çıkmaz karşına; tüm sorular aynı anda sarar etrafını” dedi, başını iki yana sallayarak gülerken müstehzi..

ondan sonra ayrı bir şevkle gözlemledik etrafı.

sözlükçüyü gördük. kozmik odada ayakta salınım yapan ortam yabancısı tipleri, kız arkadaşlarının yanında am biti gibi davranan yapışıkları, ağızlarıyla değil götleriyle içen acemileri, yerlerde bira şişeleri kıran medeniyet düşmanlarını gördük.

sözlükçüyü gördük. burnu kaf dağında ayakları havada ne oldum budalalarını, yeni hatunları görüp kıskanan sözlük eliti eski hatunları, onların yalakası gedikli elemanları gördük.

sözlükçüyü gördük. yerdeki tabağa pasta koyup yeme azmindeki genci, tek başına sigara tüttürüp içkisini içen biçareyi, kozmik odaya alınmayan eski yazarı, reklamcıyım diye dolanan bihaberi gördük.

sözlükçüyü gördük. sosyalleşme umuduyla gözleri parlayan nice civanlar, endamını gözlerininin önüne, sözlerini gözlerinin ardına gizleyen nice cins-i latifler gördük.

ve biz tüm bunları böylece gördük,

ve sanal alemlerde namı yürüyen

sözlükçüleri

ve ekşisözlük'ü

aynen görüp işittiğimiz gibi zirvelerimizin birinci entry'sine koyduk.


(ekşi sözlük'teki entry'mden)

24 Ocak 2010 Pazar

stevemcqueen

son zamanlarda görüyoruz; birileri geliyor, birileri gidiyor, böyle her daim yoğun bir sirkülasyon. hani ik’cı* hanımkızlarımızın tabiriyle yüksek bir “turnover” mevcut. darıldığı için gidenler mi dersin, saçmaladığı için uçanlar mı, nostalji olsun ya da hit alsın diye geri getirilenler mi, çok dik olduğu için ayağı kaydırılanlar mı? hepsi bunun bir parçası. tıpkı steve kardeş gibi.

kim niye gitti, kim neden döndü, ilgilenmiyorum, zira sebebi ya da sonucuna etki etmediğim şeyden bana ne. bir ortam var ve orada bulunanları görüyoruz biz, anca onlarla ilgili konuşabilirim.

steve kardeş de son gelenlerden, zaten daha önce de gidenlerdendi. bence şanslı da bir anlamda, gidilen yerlerden dönmeler pek zordur malum, onunki çok zorlu olmamıştır umarım.

ilk döndüğü günü hatırlıyorum, o gün hakkında yazılanları okuduğumda haksızlık ediyorlar sanki diye düşünmüştüm. kendisiyle ilgili “tükürdüğünü yaladı” anlamında bir şeyler yazmışlardı ki o da kısa bir süre sonra bir şekilde öyle olmadığını kanıtlamıştı. helal olsun demiştim, sağlam bir duruşa benziyor diye düşünmüştüm.

sonraki günler de takip ettim yazdıklarını, nelere kimlere yazdığını. ilk önce entry’lerini bir hayli azalttı, sonra herhalde sağlam olduklarını düşündüklerini bıraktı ve yenilerini yazmaya koyuldu, hatta meydan okur tarzda entry’ler de yazdı, nabzı iyi yakaladığını fark ettirdi.**

bol şukular aldı, en beğenilenlere girdi, kısa sürede karması çıktı. yine aynı meydan okumalar devam ediyor tabii.

sonra geçenlerde gördüm ki author nam cem şancı ile de twitter üzerinden kapışmalar yaşanmış, hatta sonrasında da blogunda bir özür yazısı yazmış. orada author’un egosundan, altı doldurulamayan özgüveninden bahsediyor. işte ampul abi orada devreye giriyor.

çünkü steve kardeş daha önce de arzach ile ilgili yazmış ve yazdığı iki entry zamanın ötesine gitmişti ki biri arzach’ın twitter adresini veren diğeri de onu öven entry’lerdi. steve kardeş bankacı olduğuna göre o jargondan konuşalım. malum arzach’ın pek iyi bir repütasyonu yok bu mecrada. e steve kardeş de sözlükçülük ruhuna karma afyonunu çekmiş biri, sildi tabii o entry’leri, sonra yenilerini yazmış, onlara ne yapar bilemem.

lakin author nam cem şancı ile ilgili yazdıklarına bakınca cem şancı’nın özensiz yazıları olduğunu, kitap yazmanın kişiyi yazar yapmayacağını söylüyor. tamamen tarafsız gözlerle baktığımda –ki ne author’a bir sempatim vardır ne de steve kardeşe bir antipatim, ikisini de tanımam etmem- auhor’un her ne kadar klavyede aynı sözcük içindeki harflerin yerlerini ters yazma gibi daha çok 10 parmakçıların yaptığı tarzda hataları olsa da ve hatta kimileri tarafından sabun köpüğü tadında yazdığı düşünülse de, velev ki içi boş yazdığını bile kabul etsek de türkçe’ye olan hakimiyeti; her ne kadar senin yazıların içi dolu görünse de, bir hikayesi varmış izlenimi verse de ve hatta zaman zaman insanları etkilese de senin türkçe’ye olan hakimiyetinden daha fazla kardeş. en azından author özel isimden sonra gelen de bağlacını isme yapıştırıp bir de onu düzgün yazmak istercesine kesme işaretiyle ayırmıyordu. o kezban yazacakken kebzan yazıyordu en fazla.

dahası author binlerce entry yazmıştı ama karmayı bu kadar kafasına takmamıştı. senin sözlük hayatın karmayla can buluyor sanki. karmanın formülünü kimse bilmiyor tabii ama az sayıda ve bol şuku alabilen entry sahibi olununca karmanın daha çok oynadığını senin gibi tecrübeli yazarlar bilir elbette. o yüzden beğenilmeyenler silinir, sonra beğenilenler bırakılır gider.

velhasıl nabız demiştik ya, işte o kalp tribünlerde attığı müddetçe sen de sözlükte bol iş yaparsın kardeş.

o halde mesele nedir kardeş, mesele?
mesele gitmek midir, mesele?
yoksa neden gittiğin değil, nasıl döndüğün müdür mesele?

gladyatör’de commodus hakkında ne dendiğini hatırlarsınız; “roma ayak takımıdır ve o da roma’ya istediğini veriyor”.. umarım kendisi ekşi sözlük’ü roma gibi görmüyordur.

ve bundan sonra da “i am the william wallace” tarzı metinler yazmaz umarım. zira bizler gibi nickleri arkasına saklanan ve kendisiyle ilgili söylenebilecekler en fazla

“yaşıyordu bir tarla sıçanı gibi
ve korkaktı bir tarla sıçanı kadar”

dizelerindeki gibi olan tribün seyircileri o toprak zeminde mücadele edemeyebiliriz..



(ekşi sözlük’teki entry’mden)

sözlükçülerin formspring sayfaları

gerek evrensel gerçekler ve gerekse hakkımda bilmek isteyeceğiniz her şey ve daha fazlası için: http://www.formspring.me/esjinaeotr



(ekşi sözlük’teki entry’mden)